• img
    • Bir Işıklı'nın itirafları

      Bir Işıklı'nın itirafları

       

      Aslında bu sabah için yoğun bir iş planım vardı. Ancak lise grubumuza, vakıfta görevli bir arkadaşımızın yolladığı mesaj tüm programımı değiştirdi. Normalde, her 16 Aralık’ta pilav günümüz olur. Pandemi sebebiyle tüm kutlamalar ve buluşmalar internet ortamına kaydığından, bu yıl, Işık Lisesi’nin 135. Kuruluş yıldönümü sebebiyle mezunlardan okul marşını seslendirdikleri bir video hazırlamalarını istemişler. Yıllarca okulun korosunda görev almış bir öğrenci olarak “boynumun borcudur” dedim ve işe koyuldum.

       

      Evde video kaydı için sessiz ortam yaratmak başlı başına dert. Arada ben meşgulken, küçük kemirgen yavru köpeğimiz çam ağacının ışıklandırma kablosunu parçalamıştı bile, kaşla göz arasında. Aradan kaç sene geçmiş, marşın sözlerini unutmuşum; bir tek “Yolumuz Atatürk yoludur,” dizesi aklımda. E haliyle…Neyse, onu bir şekilde hallettik. Sözleri ayrı bir ekrandan, arka plan müziği başka bir aletten açtım. Ama o da nesi? Parçayı do minörden ayarlamışlar, oysa benim ses oktavı mi minöre uygun. Sabah saati “tral lal la la laaa” nakaratını söylemeye uğraşıyorum, çıkan ses bana ait değil, sanki horoz ötüyor, öyle detone… Çöpe atılan başarısız çekimlerden sonra 8. deneme nispeten içime sindi. Büyük uğraşlar sonucu Google Drive’a yüklemeyi de başardım ama bakıyorum, aplikasyon “video still processing” uyarısı veriyor.Tabii, yüklediğim dosyayı sindirmesi zaman alıyor garibin. “Az önce ben ne izledim?” şoku yaşıyor Google Drive. Sonunda bir arkadaşım halime acıyıp, videoyu ona yollamamı söyleyince, görevini yerine getirmiş olmanın huzuruyla koltuğa bırakıverdim kendimi.

       

      Sonra marşı söylerken içimden geçenleri düşünmeye başladım. Marşın bestecisi Cenan Akın, bizim okulun müzik bölümünün danışmanı gibiydi. Hocaların hocası, bir nevi. Ben 1989’da hazırlık sınıfına başladığım sene, koroya katılmıştım. O zaman bile yaşı vardı. Muhtemelen rahmetli olmuştur, nur içinde yatsın. Biz muzır öğrencileri, bembeyaz uzun saçları ve zaman zaman huysuzluğu sebebiyle, kendisini biraz Muppet Show’daki ihtiyar karakterlerine benzetirdik…Piyanonun başına geçip, kendini parçayı çalmaya kaptırdığı zamanlar, nefesi tıkanacak diye tedirgin olurduk. Alanına müthiş hakim, yaptığı işten keyif alan, hoca olarak sert, biraz da deli doluydu. Misal, yine kendisinin bestelediği bir marşı seslendireceğimiz tören öncesi son provada parçayı değiştirmişti. “Aman hocam, orası öyle değildi ki!” diye itiraz ettiğimizde “Beste benim değil mi? Böyle okuyacaksınız!” demişliğini hatırlıyorum.

       

      Işık Lisesi’nin en ciddiye aldığı bölümlerden biriydi, müzik. Birbirinden sıkı müzik öğretmenlerinden (Süheyda Şanver, Gökçe Odabaşı, Nilgün Öcalan gibi) yarı zamanlı şan dersi aldık diyebilirim. Şanslıydık…Mesela, eşiyle müzik kariyerine devam eden Eda Özülkü de öğretmenlerimizden biriydi. Ama Cenan Bey’in yeri başkaydı. Şarkı söylerken, doğru yerde nefes almayı, diyafram nefesinden yararlanmayı ve heceleri asla yutmamayı ondan öğrendim. Şarkı söylemenin yanı sıra diksiyonuma da yardımcı olduğuna inanıyorum.

       

      Liseden mezun olalı 24 sene geçmiş. Ancak şimdi şimdi okulumla barışacak gücü kendimde bulduğumu görüyorum. Olgunlaşmakla ilgili olsa gerek. Bizim nesil, askeri okul şartlarında özel okul ücretiyle öğrenim gördü. Nişantaşı Işıklı olarak rahatlıkla söyleyebilirim bunu. Çok sert kuralların dayatıldığı, şekilciliğin ağır bastığı köhne bir sistemin kapanış dönemine rast geldik. Bizden sonra adeta rönesans-reform geldi okula. Özel okulda okumanın ayrıcalığını hissetmemize hiçbir zaman izin vermedi, öğretmenlerimiz. Şımarıklığa en ufak tahammül yoktu. Her eğitim kurumunda olduğu gibi çok iyi öğretmenlerimiz de vardı, karşılaşmamak için koridor değiştirdiğimiz, köşe bucak kaçtıklarımız da. Her dönem iftihara geçiyor olmama rağmen, tırnaklarım biraz uzadığı için uzun kağıt makasıyla masasının üzerinde tırnaklarımı kestiren müdür yardımcımızın ismini silmişim bellediğimden, belki yıllığa baksam hatırlarım.

       

      Ama çok güzel arkadaşlıklar kurduk. Birbirimizi daima kolladık, hala kollarız. Beraber ders çalıştık. Güzel de eğlendik. Hele son sınıfta ilk ders öncesi Bahar cafe ve Saray’daki buluşmalarımızın yeri ayrıdır. Bayrak töreni sonrası, kıyafet kontrolünü geçemeyen arkadaşlarım bizim ev yakın olduğu için çoğu zaman bize gidip değişirlerdi, hatırlıyorum... Edebiyat öğretmenimiz Erdem beyin sık sık referans verdiği (Torunuyla adaş olduğum için beni sınıfta yaveri yapmıştı. Edebiyatı sevmeme ek bir sebeptir kendisi. O da nur içinde yatsın!), Nurullah Ataç fıkraları misali, olumsuzlukların içinde “nasıl daha iyi olunabileceğini” öğretti, Işık Lisesi ortamı. Şimdi düşününce, tıpkı sloganındaki gibi “iyi insan” olarak yetişmemize katkıda bulundu. Hepimiz hayatta iyi yerlere geldik…Daha mutlu bir okul yaşamımız olabilir miydi? Belki…Ama bugünkü jenerasyonla kıyasladığımda saygı, düzen ve öz disiplin gibi değerleri dna’mıza kodlayarak zorluklarla baş etmede dayanıklılığımızı artırdığını düşünüyorum. Ve tıpkı rahmetli dedem Adil bey gibi, Işıklı olmaktan gurur duyuyorum.

       

       

       

      lise ışık fevziye mektepleri vakfı pilav günü mezun hatıralar okul video marş cenan akın eda özülkü