• img
    • Senato’da aklanan Trump ikinci kez başkanlığa koşuyor

      Senato’da aklanan Trump ikinci kez başkanlığa koşuyor

      ABD Başkanı Donald Trump, üç haftalık duruşma sürecinin ardından, geçtiğimiz gün Senato’da yapılan oylamada kendisine yöneltilen “görevini kötüye kullanmak” ve “Kongre’nin işleyişini engellemek” suçlarının her ikisinden aklandı. Kongre’nin Senato kanadında zaten sayısal çoğunluk Cumhuriyetçi Parti’nin elindeydi. Bugüne kadar partinin genel prensipleriyle çelişen her türlü skandal tavır ve icraatına karşın, partililerin başkan etrafında adeta zırh oluşturmuş oldukları göz önüne alınırsa, böylesi bir sonuç, aslında kimseyi pek de şaşırtmadı. Ancak, gerek karakteri, gerekse başkanlık tarzı bakımından bir hayli aykırı profil çizen Trump’ın, dört yıl daha görevde kalması, Amerikan siyasetinin yerleşik kurumlarında yarattığı tahribatı, onarılması güç şekilde, derinleştirecek gibi. Kasım 2020 seçimlerinden çıkacak sonuç, ABD’nin dünya siyasetindeki konumu itibariyle, atacağı adımlardan etkilenecek diğer ülkeleri doğal olarak yakından ilgilendiriyor.

      “Rakamları kafanıza takmayın. Arada 12 puan fark olmuş, 16 olmuş, endişe etmeyin!…Biz Clinton’la sizin farkınızı ortaya koymaya çalışacağız. Hatırlamanız gereken şey şu…Clinton, yozlaşmış, beceriksiz, statükodan yana elitlerin koruyucusu; siz ise Amerika’yı yeniden büyük bir devlet yapmak isteyen “unutulmuş adam”ı temsil edeceksiniz. Bunu birkaç tema üzerinden işleyeceğiz. Bir, yasadışı göçü durduracağız, yasal göçü kontrol altına alacağız ki,egemenliğimizi geri kazanalım. İki, yurtdışına giden üretimi yeniden ülkeye çekerek imalat istihdamını artıracağız. Ve üç, anlamsız savaşlardan çıkacağız.”

      BAŞKANLIK KOLTUĞUNDA DA KAMPANYASINI SÜRDÜRDÜ

      Bob Woodward’ın 2018 basımlı, “Fear: Trump in the White House” kitabından alıntılanan bu diyalog, Ağustos 2016’da, tahminleri boşa çıkartarak Cumhuriyetçi Parti’nin başkan adayı seçilen iş adamı Donald Trump ile, kampanyasını emanet ettiği baş stratejisti, ırkçı yayın kuruluşu Breitbart’ın yöneticisi Steve Bannon arasında geçiyor.

      Trump, bu görüşmeyi takip eden Kasım 2016 seçimlerinde, Demokrat Parti’li rakibi Clinton’ı -kendisinin oy çoğunluğunu kazanmasına rağmen, yeterli delege çıkaramaması neticesinde- mağlup etti ve başkan seçildi. Aslında başkanlık koltuğuna oturduğu ilk günden bu yana Trump, seçim kampanyasını aralıksız şekilde sürdürdü. Her gündem maddesini kendi başkanlığını övme fırsatı olarak kullanmaya çalıştı. İşine geldiğinde verileri çarpıttı, hikayeler uydurdu. Öyle ki, Washington Post’un araştırmasına göre başkan, Oval Ofis’te 1055. gününü doldururken tam 15bin 413 kez yalan beyanda bulunmuştu. Bunu yaparken, fikir ayrılığına düştüğü yol arkadaşlarını aşağılamaktan, rakiplerine türlü isimler takmaktan, hakkında eleştirel yayınlar yapan basın gruplarını açıkça hedef almaktan çekinmedi. Tüm bu zaman zarfında, başkanlık görevini yürütecek bilgi donanımı, tecrübe ve duygusal olgunluğa sahip olduğundan şüphe edilen başkanı, dizginleyeceği umut edilen akil adam ve kadınlar, nam-ı diğer “yetişkinler” Beyaz Saray’ı birer birer terk ettiler.

      Hakkında açılan soruşturmalar neticesinde Trump’ın görev süresini tamamlayamayacağını öne sürenler de oldu. Özel Yetkili Savcı Robert Mueller’in yürüttüğü, Rusya’nın ABD seçimlerine olası müdahalesini araştıran soruşturma kapsamında, Başkan Trump’ın Rusya ile bulanık menfaat ilişkilerine dair çeşitli iddialar ortaya atıldı. Eski FBI Başkanı James Comey’in kitabında yer alan, Trump’ın Moskova’daki Ritz Carlton otelinde -üstelik de selefi Başkan Obama’nın kaldığı süitte-alem yaparken çekilen görüntülerin Rusya tarafından şantaj malzemesi yapıldığı gibi… İddiaların hiçbiri tam olarak doğrulanamadı. Başkanlık yarışında rakiplerini karalamak için kimden geldiğine bakmaksızın, her türlü desteğe kapısını açık tutmuş olması siyasetin zaten kirli bir oyun olduğuna inanmış fanileri pek rahatsız etmedi, belki de. Geçtiğimiz Mart ayında, Savcı Robert Mueller, Başkanı Trump’ın veya seçim kampanya ekibini Rusya ile gizli işbirliğine girdiği yönünde bir sonuca ulaşamadığını, hem nalına hem mıhına bir üslüpla yazılmış raporunda ilan etti. Ardından, Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodymyr Zelensky ile Trump arasındaki telefon görüşmesi skandalı patladı. Trump, bu görüşmede, Zelensky’ye açık bir şekilde baskı yapıyor, kendisinden başkanlık seçimlerindeki muhtemel rakibi Joe Biden’ı karalamak maksadıyla bilgi istiyordu. Olay akışı, Trump’ın Ukrayna’ya verilecek askeri yardımı koz olarak kullandığını ortaya koyuyordu. Konuşma metnini okuyan herkesçe rahatça anlaşılan bu kirli pazarlık, koltuklarını muhafaza etme derdindeki Cumhuriyet Partililerce-burada Senatör Mitt Romney ve Susan Collins’i ayrı tutmak gerekir- sineye çekildi, soruşturmaya ışık tutacak tanıkların ifade vermesinin önü kesildi ve nihayetinde Trump azil duruşmasında aklandı.

      ABD’DE İŞSİZLİK AZALDI EKONOMİNİN ÇARKLARI CANLANDI

      Tüm bu gelişmelerin Başkan Trump tarafından, kendisini alaşağı etmeye çalışan yerleşik nizama karşı verdiği mücadelenin bir parçası olarak, propaganda malzemesine dönüştürüleceğini tahmin etmek zor değildi. Nitekim, senatodaki karardan bir gece önce yaptığı “Birliğin Durumu” konuşmasında, bir başarı hikayesi sundu seçmenlerine. Ekonomik göstergelerin seyri olumlu, işsizlik rakamları düşük, borsa yükseliyordu. Resmi kurumlardan derlenen veriler ise, Trump’ın iddialarının tam olarak gerçeği yansıtmadığını gösteriyordu, oysa. Olumlu gidişatın ardında, Obama döneminde uygulamaya konulmuş politikaların payı vardı ve tarihin en uzun genişleme süreci devam etmekteydi. İşsizlik genel itibariyle azalmış olsa da, düşük nitelikli işlerde çalışanların sayısı artarken, kalifiye işsizlik hâlâ sorundu. Üstelik, Trump’ın belki de en büyük kazanımlarından biri sayılacak Vergi Reformu aslında kendisine oy veren dar gelirli işçi sınıfından ziyade sermaye sahiplerini kayırmaktaydı.

      İLK HAMLELER ESKİ EKONOMİK İTTİFAKLARLA ÇATLAK OLDU

      Yazının başındaki diyaloğa geri dönersek, Bannon’ın bahsettiği şekilde Amerikalılar işlerini geri alabilmiş miydi?
      Pazarlıktan anlayan iş adamı kimliğiyle övünen Trump, o güne kadar imzalanmış, ABD’yi zarara uğrattığını iddia ettiği ticaret anlaşmalarını yırtıp yerine daha iyilerini imzalayacağını söylüyordu. Nitekim başkanlık koltuğuna oturur oturmaz ilk icraatı, Japonya, Malezya, Yeni Zelanda, Kanada ve Meksika’nın da aralarında bulunduğu 12 ülke tarafından kabul edilmiş olan Trans Pasifik İşbirliği Anlaşması’ndan çekilmek oldu. Bu adımıyla, en çok Asya pazarındaki paylarını riske attığından ötürü Amerikalı çiftçilerden tepki aldı. Başkanın kör inadı, Pasifik’teki müttefiklerini en büyük rakibi Çin’in stratejik etkisine terk etmenin, ülke çıkarlarıyla nasıl çeliştiğini görmesini engelliyordu. Trump’ın hışmına uğrayan bir diğer anlaşma Kanada, Meksika ve ABD arasındaki serbest ticaret anlaşması NAFTA idi. 2019 sonunda yeni NAFTA anlaşması (USMCA) onaylandı. Korumacı tedbirleri kaldırtarak, Kanada pazarında Amerikan süt ürünlerine daha geniş yer açan anlaşmanın, en tartışmalı konusu otomobil sektörüyle ile ilgiliydi. Eski anlaşma, otomobil ticaretinin üye ülkeler arasında gümrüksüz yapılabilmesi için parçaların en az 62,5% inin ABD’de üretilmesini ön görürken, yeni anlaşmada bu oran %75’e yükseltilebildi. Ayrıca otomobil parçalarının %40-45’inin saatte en az 16 dolar ücret ödenen işçilerce yapılması şartı koyuldu. Bu durumda parça üretimi ya ABD’ye kayacaktı ya da Meksika’daki işçilere zam yapılacaktı. Otomotiv sektöründe istihdamın azalıyor olmasını büyük oranda makineleşmeye bağlayan uzmanlar, büyük bir kazanım şeklinde lanse edilen yeni NAFTA’nın Trump’ın iddia ettiği gibi süreci tersine çevirebileceğinden şüpheliler. Üstelik, getirilen düzenlemelerin tüm kıtada otomobil fiyatlarını yükselterek ABD’li tüketicinin cebine dokunacağı konusunda da uyarıyorlar.

      Seçim kampanyasına apar topar yetiştirilen bir diğer anlaşma ise, Çin ile ilk safhası belirlenen ticaret anlaşması. Burada durum daha da muğlak, çünkü Trump yönetiminin şikayetçi olduğu fikir mülkiyetlerinin korunması, teknoloji hırsızlığının önlenmesi, Çin piyasalara girmek isteyen yabancı şirketlere Beijing tarafından dayatılan teknoloji paylaşımı zorunluğu gibi konularda nasıl işbirliği sağlanacağını belirsizliğini koruyor. Hal böyleyken, ABD-Çin arasındaki pazarlıkların yeni anlaşmazlıklara gebe olduğunu söylenebilir.

      Gelelim ülkenin egemenliğini göçmenlerden geri alma meselesine. Evet, Trump, yasadışı göçmenleri sınır karakollarında gözaltında tutma ve belli ülkelere seyahat sınırlaması getirmek gibi sert ve tartışmalı birtakım kararlar aldı. Örneğin, sosyal yardım olmaksızın yaşamını devam ettirecek durumda olmayanların yeşil kart almasını önleyecek şekilde kurallar sertleştirildi. Sınır boyunca yakalanan göçmen ailelerinin dramları basına yansıdıkça tepkiler de çoğaldı.Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri Michelle Bachelet, Trump yönetiminin uygulamalarını haysiyete aykırı olarak nitelerken, ironik bir şekilde, göçmenlerce kurulan ABD’nin, demokrasi ve özgürlüğün simgesi “tepenin üzerindeki şehir” olma miti de yıkılmış oluyordu, bir bakıma.
      Bu arada, Trump’ın Meksika sınırına inşa edeceği, parasını da Meksikalılara ödeteceği duvara ne oldu, derseniz… Sosyal medyada yayınlanan fotoğraflar, maliyetinden, malzemesine espri konusu olan duvarın büyük kısmının-duvardan çok yan yana getirilmiş plakalar- Ocak sonunda rüzgarlı bir günde devrildiğini gösteriyor.

      PENTAGON İLE GERİLİMLİ İLİŞKİLER

      Son olarak savaşları bitirme konusuna gelelim. Afganistan ve Irak’ta alınan dersler ışığında maliyetli ve sonu belli olmayan askeri çatışmalara taraf olmaktan kaçınılması eğilimi aslında Başkan Obama yönetiminden bu yana ABD dış politikasına şekil vermeye devam ediyor. Bu bağlamda Trump, zaman zaman Pentagon’u karşısına almak pahasına, Suriye ve Afganistan’daki Amerikan birliklerinin sayısını azaltmak için belli başlı adımlar attı. Savunma bakanı Mark Esper’e göre, Afganistan’da 13 bin, Irak’ta 5200 Suriye’de ise yaklaşık 500 kadar Amerikan askeri bulunuyor. Bununla birlikte, Trump yönetimi, geçen Mayıs ayından bu yana İran’la tırmanan kriz nedeniyle Ortadoğu’ya 14 bin asker daha yollamak zorunda kaldığını not düşelim.
      Başkan Trump ayrıca her fırsatta, IŞİD’in kökünü kazıyan başkan olmakla övünüyor. Ancak, IŞİD ile mücadelenin temellerinin Obama döneminde atıldığı ve daha önemlisi teröre sebebiyet veren koşullar düzeltilmedikçe, farklı coğrafyalarda başka kimliklerle yeniden şiddetlenebileceği gerçeği geçerliliğini koruyor.

      Amerika, 2020 seçimlerine işte bu tartışmalar ışığında hazırlanıyor. Geride bıraktığımız dört sene zarfında, Trump yönetiminin, yüreğimizi ağzımıza getiren, krizlerle bezeli dış politika icraatları ise, “Yeniden Büyük Amerika” sloganından Amerikan seçmeninin algıladığıyla, müttefiklerinin beklentileri arasında büyük bir fark olduğunu düşündürüyor. Aslında, ne ABD’nin tek taraflı hareket etmesi, ne de uygun gördüğünde kuralları eğip bükmesi yeni bir olgu. Trump dönemini asıl sorunlu kılan, başkanın uluslararası ilişkileri sıfır toplamlı bir oyunmuş gibi algılıyor oluşu. Trump yönetimi, gücünü yeniden kazanmak amacıyla, oyunun kurallarını yeni baştan yazmaya çalışırken, ABD’yi siyasal, ekonomik ve kültürel açıdan çekim merkezi kılan liberal demokratik düzenin altını oyuyor. Bu da uzun vadede ABD’nin büyüklüğünü kendi kıtasıyla sınırladığını gibi, müttefiklerini de kendi başlarını çaresine bakmaya itiyor.

      trump donald başkanlık azil senato seçimler obama büyük önce amerika abd ışid suriye ekonomi