• img
    • Korku İklimi

      Korku İklimi


      11 Eylül’ün Amerikan tarihinde bir dönüm noktası teşkil etmesinin başlıca sebebi evinde vurulmuş olmasıydı. İkiz kulelerin çöküşü ve eşzamanlı saldırı haberleri, dünyanın süper gücünün terör tehdidi karşısında korunmasızlığını gözler önüne sermiş, ciddi bir korku dalgası yaratmıştı.

      11 Eylül sonrası, ülke genelinde güvenlik seviyeleri temel hak ve özgürlükleri kısıtlayacak düzeye yükseltildi. Dahası, terör tehdidinin siyaseten canlı tutulması, iç ve dış politikada şeytanların kovalanması için gerekli kamuoyu desteği sağlanmasına olanak tanıdı. Dolayısıyla korku kitlelerin harekete geçirilmesi açısından etkili bir araç görevi gördü.

      Charlie Hebdo saldırısını Fransa’nın 11 Eylül’üne benzetenler, şiddetin boyutu ve yöntemi itibariyle belki abartılı bir benzetme yapıyorlar; ancak terör Fransa’yı da evinde vurdu. Üstelik saldırganların yakalanma sürecinde cami kundaklamaları, ateşe verilen arabalar ve bir koşer markette alışveriş yapan insanların rehin alınması, ülke içindeki toplumsal fay hatlarının nasıl da kırılgan olduğunu bir kez daha ortaya koydu.

      Ekonomik sıkıntılara paralel Fransa’da giderek artan yabancı karşıtlığı ve anti-Semitizm bir süredir birbirini izleyen saldırılar ve tacizlerle kendini belli etmekteydi. Aşırı sağın yükselişi de toplumdaki bu ayrışmanın siyasetteki izdüşümüydü. Korku dalgasının, çokkültürlü Fransa’da şiddet sarmalı tetiklemesinden endişe ediliyor. Özelikle terörden sorumlu olmayan kitlelerin, salt kimlikleri dolayısıyla hedef alınmaları durumunda... Bu bakımdan Fransız Cumhurbaşkanı François Holland’ın sağduyu çağrıları oldukça önemli.

      Fransa, Batı Avrupa’nın en büyük Müslüman nüfusa sahip ülkesi. Aynı zamanda dünya üzerindeki üçüncü en büyük Yahudi toplumuna ev sahipliği yapıyor. Üstelik, kolonyal geçmişi yanı sıra, gerek ekonomik gerekse askeri olarak Afrika ve Ortadoğu’ya entegre bir ülke. Bu sebeple dış politikada attığı adımların faturasını, ülke içinde ödeme riski bir hayli fazla. Örneğin, saldırıların birkaç gün öncesinde Fransa Dışişleri Bakanı Libya’ya askeri operasyon yapılması yönünde mesaj veriyordu. Çok başlı iktidar çekişmesi yaşanan Libya aynı zamanda El Kaideci Ensar el Şeria ile Işid’in mücadelesine tanıklık ediyor.

      Bu arada Fransa’da nüfusun yüzde 16’sının Işid’e sempati beslediğini de not düşelim(Newsweek). Yaklaşık 1000-2000 kişinin Suriye ve Irak’ta savaşa katıldığı tahmin ediliyor. Zaten uzunca bir süredir, Avrupa genelinde, ülkelerine geri dönecek cihatçıların topluma entegrasyonu başlı başına endişe kaynağı.

      Geriye dönüp bakıldığında terörle savaşta çok da iyi bir noktada olduğumuzu söylemek mümkün değil. Bugün hala hesapsızca başlatılan savaşların sonuçlarıyla baş etmeye çalışıyoruz. 11 Eylül bağlamında yapılan araştırmaların üzerinde durduğu işsiz, umutsuz ve Batı’nın gücüne tepkili Ortadoğulu gençlere dair tezler, Işid’ın ortaya çıkışıyla bambaşka bir boyut kazandı. Avrupa’nın parlak olmayan ekonomik durumu ve izlenen göçmen politikalarının radikalleşmede elbette payı var. Ancak, iş sahibi, aile kurmuş ve de göçmen olmayan Batılıların da cihada destek verdiğini gösteren çalışmalar mevcut. Dahası, internet ve sosyal medya, radikal ideolojilerin daha geniş kitlelere ulaşmasına imkan veriyor. Ölmeye programlı, nihilist eylemleri ayrı bir yere koyarsak,Işid’e katılan insanlar bir başka devlet düzeni altında yaşamak hayaliyle evlerini, işlerini ve hatta sevdiklerini bırakıyorlar. Hal böyleyken insan Samuel D. Huntington’ın 1993’te kaleme aldığı “Medeniyetler Çatışması” tezini anmadan edemiyor.

      Huntington, özetle, ilerleyen dönemde dünya üzerinde yaşanacak sorunların, ideolojik ve ekonomik değil; kültürel kaynaklı olacağını öngörüyordu. Charlie Hebdo saldırısı da en yalın haliyle bir değerler çatışmasını gözler önüne seriyor. Birinin özgürlük alanı diğerinin kutsalıyla çakışıyor. Tartışmadan, yasal çerçevede mücadele etmeksizin, bir taraf, kendi varlığına tehdit olarak algıladığı düşmanı ortadan kaldırmayı seçiyor. Medeniyetler arası çizgileri netleştirense; kimliklerin ötesinde, saldırıya verilen tepkiler. Bu çizgiler ülke sınırlarıyla örtüşmüyor üstelik. Şiddeti türlü sebeplerle meşrulaştıran çeşitli gruplar,kendi ahlaki bakışlarını ortaya koyarak ayrışmakta. Teröre karşı birlik çağrıları ise çelişkili profillere sahip ülkelere, işte tam da bu ayrışmanın önüne geçilebilmesi için fırsat sunuyor.

      Fransız halkı ise Pazar günü düzenlenen Birlik Yürüyüşü ile sahip çıktığı değerlerden vazgeçmeyeceği mesajını verdi. Bu saldırı, Fransa’nın azınlık politikaları açısından için ciddi bir kırılma noktası olacaktır. Aşırı sağ Milliyetçi Cephe Partisi’nin (FN) bu saldırıyı kullanacağına şüphe yok. Korku ikliminde Fransız halkının nasıl hareket edeceği ise sadece kıta Avrupası’na örnek teşkil etmekle kalmayıp, sonuçları itibariyle tüm dünyayı etkileyecek.
      11 Eylül’ün Amerikan tarihinde bir dönüm noktası teşkil etmesinin başlıca sebebi evinde vurulmuş olmasıydı. İkiz kulelerin çöküşü ve eşzamanlı saldırı haberleri, dünyanın süper gücünün terör tehdidi karşısında korunmasızlığını gözler önüne sermiş, ciddi bir korku dalgası yaratmıştı.

      11 Eylül sonrası, ülke genelinde güvenlik seviyeleri temel hak ve özgürlükleri kısıtlayacak düzeye yükseltildi. Dahası, terör tehdidinin siyaseten canlı tutulması, iç ve dış politikada şeytanların kovalanması için gerekli kamuoyu desteği sağlanmasına olanak tanıdı. Dolayısıyla korku kitlelerin harekete geçirilmesi açısından etkili bir araç görevi gördü.

      Charlie Hebdo saldırısını Fransa’nın 11 Eylül’üne benzetenler, şiddetin boyutu ve yöntemi itibariyle belki abartılı bir benzetme yapıyorlar; ancak terör Fransa’yı da evinde vurdu. Üstelik saldırganların yakalanma sürecinde cami kundaklamaları, ateşe verilen arabalar ve bir koşer markette alışveriş yapan insanların rehin alınması, ülke içindeki toplumsal fay hatlarının nasıl da kırılgan olduğunu bir kez daha ortaya koydu.

      Ekonomik sıkıntılara paralel Fransa’da giderek artan yabancı karşıtlığı ve anti-Semitizm bir süredir birbirini izleyen saldırılar ve tacizlerle kendini belli etmekteydi. Aşırı sağın yükselişi de toplumdaki bu ayrışmanın siyasetteki izdüşümüydü. Korku dalgasının, çokkültürlü Fransa’da şiddet sarmalı tetiklemesinden endişe ediliyor. Özelikle terörden sorumlu olmayan kitlelerin, salt kimlikleri dolayısıyla hedef alınmaları durumunda... Bu bakımdan Fransız Cumhurbaşkanı François Holland’ın sağduyu çağrıları oldukça önemli.

      Fransa, Batı Avrupa’nın en büyük Müslüman nüfusa sahip ülkesi. Aynı zamanda dünya üzerindeki üçüncü en büyük Yahudi toplumuna ev sahipliği yapıyor. Üstelik, kolonyal geçmişi yanı sıra, gerek ekonomik gerekse askeri olarak Afrika ve Ortadoğu’ya entegre bir ülke. Bu sebeple dış politikada attığı adımların faturasını, ülke içinde ödeme riski bir hayli fazla. Örneğin, saldırıların birkaç gün öncesinde Fransa Dışişleri Bakanı Libya’ya askeri operasyon yapılması yönünde mesaj veriyordu. Çok başlı iktidar çekişmesi yaşanan Libya aynı zamanda El Kaideci Ensar el Şeria ile Işid’in mücadelesine tanıklık ediyor.

      Bu arada Fransa’da nüfusun yüzde 16’sının Işid’e sempati beslediğini de not düşelim(Newsweek). Yaklaşık 1000-2000 kişinin Suriye ve Irak’ta savaşa katıldığı tahmin ediliyor. Zaten uzunca bir süredir, Avrupa genelinde, ülkelerine geri dönecek cihatçıların topluma entegrasyonu başlı başına endişe kaynağı.

      Geriye dönüp bakıldığında terörle savaşta çok da iyi bir noktada olduğumuzu söylemek mümkün değil. Bugün hala hesapsızca başlatılan savaşların sonuçlarıyla baş etmeye çalışıyoruz. 11 Eylül bağlamında yapılan araştırmaların üzerinde durduğu işsiz, umutsuz ve Batı’nın gücüne tepkili Ortadoğulu gençlere dair tezler, Işid’ın ortaya çıkışıyla bambaşka bir boyut kazandı. Avrupa’nın parlak olmayan ekonomik durumu ve izlenen göçmen politikalarının radikalleşmede elbette payı var. Ancak, iş sahibi, aile kurmuş ve de göçmen olmayan Batılıların da cihada destek verdiğini gösteren çalışmalar mevcut. Dahası, internet ve sosyal medya, radikal ideolojilerin daha geniş kitlelere ulaşmasına imkan veriyor. Ölmeye programlı, nihilist eylemleri ayrı bir yere koyarsak,Işid’e katılan insanlar bir başka devlet düzeni altında yaşamak hayaliyle evlerini, işlerini ve hatta sevdiklerini bırakıyorlar. Hal böyleyken insan Samuel D. Huntington’ın 1993’te kaleme aldığı “Medeniyetler Çatışması” tezini anmadan edemiyor.

      Huntington, özetle, ilerleyen dönemde dünya üzerinde yaşanacak sorunların, ideolojik ve ekonomik değil; kültürel kaynaklı olacağını öngörüyordu. Charlie Hebdo saldırısı da en yalın haliyle bir değerler çatışmasını gözler önüne seriyor. Birinin özgürlük alanı diğerinin kutsalıyla çakışıyor. Tartışmadan, yasal çerçevede mücadele etmeksizin, bir taraf, kendi varlığına tehdit olarak algıladığı düşmanı ortadan kaldırmayı seçiyor. Medeniyetler arası çizgileri netleştirense; kimliklerin ötesinde, saldırıya verilen tepkiler. Bu çizgiler ülke sınırlarıyla örtüşmüyor üstelik. Şiddeti türlü sebeplerle meşrulaştıran çeşitli gruplar,kendi ahlaki bakışlarını ortaya koyarak ayrışmakta. Teröre karşı birlik çağrıları ise çelişkili profillere sahip ülkelere, işte tam da bu ayrışmanın önüne geçilebilmesi için fırsat sunuyor.

      Fransız halkı ise Pazar günü düzenlenen Birlik Yürüyüşü ile sahip çıktığı değerlerden vazgeçmeyeceği mesajını verdi. Bu saldırı, Fransa’nın azınlık politikaları açısından için ciddi bir kırılma noktası olacaktır. Aşırı sağ Milliyetçi Cephe Partisi’nin (FN) bu saldırıyı kullanacağına şüphe yok. Korku ikliminde Fransız halkının nasıl hareket edeceği ise sadece kıta Avrupası’na örnek teşkil etmekle kalmayıp, sonuçları itibariyle tüm dünyayı etkileyecek.